Daha önce, dühringvari iktisadın şu teze vardığını görmüştük: Kapitalist üretim biçimi tamamen iyidir ve varlığını sürdürebilir, ama kapitalist bölüşüm biçimi metelik etmez ve ortadan kalkması gerekir. Şimdi bay Dühring'in "sosyalite"sinin, bu tezin düşsel uygulamasından başka bir şey olmadığını saptıyoruz. Gerçekten bay Dühring'in, kapitalist toplumun üretim biçiminde, üretim biçimi olarak eleştirecek hiç bir şey bulamadığı, eski işbölümünü bellibaşlı bütün ilişkileri içinde korumak istediği ve sonuç olarak kendi ekonomik komünü içindeki üretim üzerine söyleyecek hemen hiçbir şeyi olmadığı ortaya çıkmış bulunuyor. Üretim, kuşkusuz elle tutulur gerçekliklerin sözkonusu olduğu, "ussal imgeleme yetisi"nin özgür ruhunun atılışına ancak az bir yer verebildiği bir alandır: Kendini gülünç etme tehlikesi çok yakındır! Buna karşılık, bay Dühring'in görüşlerine göre üretim ile hiçbir ilişkisi olmayan, ona göre üretim tarafından değil, ama arı bir istenç eylemi tarafından belirlenen bölüşüm, onun "toplumsal ilmi simya"sının öz alanıdır.
Ekonomik komünde ve birçok ekonomik komün içeren tecimsel komünde örgütlenmiş eşit üretim görevine karşılık eşit tüketim hakkı var. Burada "emek... eşit değerlendirme ilkesine göre bir başka emek ile değişilir. ... Edim ve karşı-edim burada, emek büyüklüklerinin gerçek bir eşitliğini simgelerler. [Ve] insan güçlerinin [bu] eşitlenişini [uygulama bakımından], bu güçlerin az ya da çok üretmiş ya da raslansal olarak hiç bir şey üretmemiş olması o denli önemli değildir"; çünkü zaman ve güç istemeleri ölçüsünde, öyleyse tüymek ve gezinti yapmak dahil her türlü iş, çalışma edimi olarak kabul edilebilir. Ama bütün üretim araçlarına, öyleyse bütün ürünlere de sahip olan topluluk olduğuna göre, bu değişim bireyler arasında olmaz: Bir yandan, her ekonomik komün ve onun üyeleri arasında, öte yandan çeşitli ekonomik ve tecimsel komünlerin kendileri arasında olur.
Özellikle çeşitli ekonomik komünler, kendi öz çerçeveleri içinde, perakende ticaretin yerine tamamen planlı bir sürümü geçireceklerdir.
Toptan ticaret de bir o denli örgütlü: "Sonuç olarak özgür ekonomik toplum sistemi, işlemleri değerli madenler tarafından verilmiş temeller sayesinde yapılan, büyük bir değişim kurumu olarak kalır. Bu temel özelliğin kaçınılmaz zorunluluğunun anlaşılması, bizim şemamızı bugün ortalıkta dolaşan sosyalist fikirlerin en ussal biçimlerinde bile bulunan tüm belirsizliklerinden ayıranşeydir."
Ekonomik komün, toplumsal ürünlerin ilk sahiplenicisi olarak, bu değişim ereğiyle, ortalama üretim giderlerine göre, "her madde çeşidi için bir birim fiyatı" saptamalıdır.
Üretim maliyet gideri denilen öğenin... bugün değer ve fiyat bakımından taşıdığı anlam... [sosyalitede] kullanılacak emek niceliği değerlendirmeleri tarafından temsil edilecektir. Her kişinin, iktisada da yayılmiş hukuksal eşitliği ilkesine göre, sonunda ortak olanlar sayısını dikkate almaya indirgenebilen bu değerlendirmeler, aynı zamanda, hem doğal üretim koşullarına ve hem de değeri gerçekleştirme toplumsal hakkına uygun düşen fiyatlar ilişkisini vereceklerdir. Değerli madenler üretimi, paranın değerini belirleme bakımından, tıpkı bugünkü gibi kararlaştırıcı bir önem taşımakta devam edecektir. ... O halde görülüyor ki, değişikliğe uğramış toplumsal kuruluşta, değerlerin varlık nedeni ve ölçeğini, ve sonuç olarak ürünlerin birbirleri ile kendilerine göre değiştirildikleri oranları yitirmek şöyle dursun, onlara gereğince ilk kez olarak sahip olunur.
Ünlü "mutlak değer" ensonu gerçekleşti.
Ama, öte yandan komün, herkese emeğinin karşı-edimi olarak, herkes için eşit olacak günlük, haftalık ya da aylık bir para tutarı vererek, bireyleri üretilen maddeleri kendisinden satın alma durumuna getirme zorunda da kalacaktır.
Öyleyse, sosyalite bakımından, ücret ortadan kalkar ya da zorunlu olarak ekonomik gelirlerin tek biçimi durumuna gelir demek arasında bir fark yoktur.
Oysa eşit ücretler ile eşit fiyatlar "tüketimin, nitel değilse de, nicel eşitliği"ni meydana getirirler ve böylece de "'evrensel adalet ilkesi" ekonomik bakımdan gerçekleşmiş olur. Geleceğin bu ücretinin düzeyinin belirlenmesi üzerine bay Dühring, bize, burada, yalnızca bütün öteki durumlarda olduğu gibi, "eşit emeğe karşı eşit emek" verildiğini söyler. Buna göre altı saatlik bir emek için, kendinde altı saatlik emeği cisimleştiren bir para tutarının ödenmesi gerekecektir.
Bununla birlikte "evrensel adalet ilkesi"ni, burjuvayı her çeşit komünizm karşısına, özellikle ilkel işçi komünizmi karşısına çıkaran o kaba eşitçilik ile karıştırmamak gerek. Bu ilke, o kaba eşitçiliğin onu göstermek istediği denli acımasız olmaktan uzaktır.
Ekonomik hakların ilkel eşitliği, adaletin gerektirdiği şeye, gönüllü olarak özel bir iyilik bilme ve saygı dışavurumunun eklenmesini dıştalamaz. ... Toplum, üstün verim türleri üzerine tüketim için ölçülü bir ek gelir aracıyla dikkati çekerek, kendi kendini onurlandırır.
Ve bay Dühring de güvercinin suçsuzluğu ile yılanın kurnazlığını birleştirerek, geleceğin Dühring'lerinin ölçülü aşırı-tüketimi için çok dokunaklı bir kaygı gösterdiği zaman, kendi kendini onurlandırır.
Böylece kapitalist üretim biçimi, kesinlikle ortadan kaldırılmıştır. Çünkü "böyle bir durumda, birinin bir özel araçlar çokluğuna gerçekten sahip olduğunu varsayalım, o, bu çokluk için hiçbir kapitalist kullanım yolu bulamayacaktır. Hiçbir birey ya da bir grup, ondan bu fazlalığı üretim için, değişim ya da satın almadan başka hiçbir yoldan almayacaktır; ama o, kendini hiçbir zaman kendisine faizler ya da bir kâr ödenen bir durum içinde bulamayacaktır. [Böylece], eşitlik ilkesine uygan düşen kalıtım yoluyla bir geçirme [kabul edilir bir şeydir. Bu kaçınılmaz bir şeydir, çünkü] kalıtım yoluyla belli bir geçirme (transmission), aile ilkesine her zaman zorunlu olarak eşlik edecektir. [Kalıtım hakkı da] geniş bir mal birikimine götüremez, çünkü burada mülkiyetin oluşması... artık hiçbir zaman üretim araçları ve arı rantiye kişiler meydana getirme ereğine sahip olamaz."
Böylece ekonomik komün uygun bir biçimde kurulmuş oluyor. Şimdi de nasıl işlediğine bakalım.
Bay Dühring'in bütün varsayımlarının tastamam gerçekleştiğini kabul edelim; öyleyse ekonomik komünün, üyelerinden her birine, altı saatlik bir günlük emek için, içinde gene altı saatlik emeğin cisimleştiği bir para tutarı, diyelim on iki mark ödediğini varsayıyoruz demektir. Ayrıca fiyatların değerlere tastamam eşit olduklarını, yani varsayımımız içinde yalnızca hammadde giderlerini, makinelerin aşınmasını, çalışma araçları tüketimini ve ödenen ücreti kapsadıklarını kabul edelim. Çalışan yüz üyesi bulunan bir ekonomik komün, o zaman her gün 1.200 mark, 300 işgünlük bir yıl içinde de 360.000 mark değerinde meta üretir ve bu tutarı, her biri 12 marklık günlük ya da 3.600 marklık yıllık payı ile istediğini yapan üyelerine öder. Yıl sonunda ya da yüz yıl sonra, komün başlangıçta olduğundan daha zengin değildir. Bu zaman içinde komün, kendi üretim araçları stokuna zarar vermedikçe, bay Dühring'in tüketimi için ölçülü ek geliri sağlamaya bile yetenekli olmayacaktır. Birikim, büsbütün unutulmuştur. Daha da kötüsü: Birikim toplumsal bir zorunluluk olduğu ve para saklama olgusunda da elverişli birikim biçimi bulunduğu için, ekonomik komün örgütü kendi üyelerini doğrudan doğruya özel birikime ve sonuç olarak kendi öz yıkımına çağırır.
Ekonomik komünün özlüğündeki bu parçalanmadan nasıl kaçınmalı? Komün, sevgili "vergileme"ye, fiyat yükseltmeye başvurabilir ve yıllık üretimini 360.000 mark yerine 480.000 marka satabilir. Ama bütün öteki ekonomik komünler de aynı durum içinde bulundukları ve buna göre aynı şeyi yapmak zorunda kalacakları için, her biri öteki ile değişimde cebine attığı kadar "vergileme" ödeyecek ve bunun sonucu "haraç", yalnızca kendi öz üyelerinin sırtına yüklenmiş olacaktır.
Ya da komün bu sorunu, her üyeye altı saatlik emek için altı saatlıkten az bir emeğin, diyelim dört saatlik emeğin ürününü ödeyerek, yani ona günde oniki mark yerine sekiz mark vererek, ama meta fiyatlarını eski düzeyde bırakarak, bir anda çözer. Bu durumda, daha önce üstü kapalı bir biçimde ve dolambaçlı bir yoldan yapmaya giriştiği şeyi, açıkça ve doğudan doğruya yapar: Üyelerine, tamamen kapitalist bir biçimde, üretimleri değerinin altında ödeyerek ve üstelik onların ancak kendinden satın alabilecekleri metaları tam değerleri üzerinden hesaplayarak, yıllık 120.000 mark tutarında marksist artı-değeri oluşturur. Demek ki, ekonomik komün, bir yedeklik fonunu, ancak kendini en geniş komünist temel üzerinde "yetkinleşmiş" truck-system [32*] olarak açığa vurarak oluşturabilir.
Öyleyse, iki şeyden biri: Ya ekonomik komün "eşit emeğe karşı eşit emek" verir ve bu durumda, üretimin sürdürülmesi ve genişletilmesi için bir fonu o değil, ancak özel kişiler biriktirebilir. Ya da bu fonu o oluşturur; ama bu durumda artık "eşit emeğe karşı eşit emek" vermez.
Ekonomik komündeki değişimin içeriğinin içyüzü, işte bu. Ya biçiminin içyüzü ne? Değişim maden para aracılığı ile yapılır ve bay Dühring de bu iyileştirmenin "tarihsel önemi" konusunda az kurumlanmaz. Ama komün ile komünün kendi üyeleri arasındaki ticarette para, kesin olarak para değildir ve hiçbir zaman para olarak iş görmez. Salt emek belgesi işini görür; yalnızca, Marx gibi söylemek gerekirse, "üreticinin ortak çalışmadaki bireysel payını ve tüketim için ayrılan ortak üretimdeki bireysel hakkını" saptar ve bu görev içinde, "tiyatro için bilet ne denli 'para' sayılırsa, o denli 'para'dır"[33*] Öyleyse para, örneğin onu bir sayfaya iş saatlerinin ve ötekine de buna karşılık elde edilen yararlanımların yazıldığı bir "büyük tecimsel defter" ile değiştiren Weitling'de olduğu gibi, herhangi bir işaret ile değiştirilebilir.[34*] Uzun sözün kısası, ekonomik komünün kendi üyeleri ile olan ticaretinde para, yalnızca Owen'ın "çalışma saati-para"sı olarak bay Dühring'in yukardan baktığı ama gene de kendi gelecekteki iktisadına kendi eliyle sokmak zorunda kaldığı o "kuruntu"nun ta kendisi olarak iş görür. Yerine getirilmiş "üretim görevi" ile böylece edinilmiş "tüketim hakkı" ölçüsünü gösteren belge ister bir kağıt parçası, ister bir jeton, isterse bir altın sikke olsun, bunun bu erek bakımından hiçbir önemi yoktur. Ama, görecek olduğumuz gibi, başka erekler bakımından bu, hiç de böyle değildir.
Eğer maden para, ekonomik komünün kendi üyeleri ile olan ticaretinde para olarak değil, ama emeğin kılık değiştirmiş belgesi olarak iş görüyorsa, çeşitli ekonomik komünler arasındaki değişimde kendi para görevini daha da az görür. Burada, bay Dühring'in varsayımlarına göre maden para tamamen geçersizdir. Gerçekten, eğer emeğin doğal ölçeğiyle —zaman, birim olarak çalışma saati— hesaplansaydı, eşit bir emek ürünü ile eşit bir emek ürününün değişimini, ilkin çalışma saatlerini paraya çevirmekten çok daha yalın bir biçimde yerine getiren basit bir muhasebe yeterdi. Değişim, aslında arı ayni değişimdir; bütün artan alacaklar, öteki komünler üzerine çekilen poliçeler aracıyla kolayca ve yalın bir biçimde ödünlenirler. Ama eğer bir komünün öteki komünler karşısında gerçekten bir açığı olacaksa, o zaman dünyanın bütün altını istediği denli "doğal yönelimi ile para" olsun, bu durum komünü, eğer borcu yüzünden öteki komünlere bağımlı bir duruma düşmek istemiyorsa, o açığı kendi öz çalışmasındaki bir artış ile kapama zorunluluğundan kurtaramaz. Bununla birlikte okurdan, burada gelecekle ilgili bir yapı kurmadığımızı aklından hiç çıkarmaması dilenir. Yalnızca bay Dühring'in varsayımlarını kabul ediyor ve onlardan kaçınılmaz sonuçları çıkarmaktan başka bir şey yapmıyoruz.
Demek ki ne ekonomik komün ile kendi üyeleri, ne de çeşitli komünler arasındaki değişimde, "doğal yönelimi ile para olan" altın, bu özlüğünü gerçekleştiremez. Bununla birlikte bay Dühring, onun hatta "sosyalite"de bile parasal bir işlev görmesini buyurur. Öyleyse bu parasal işlev için bir başka eylem alanı aramamız gerek. Ve bu eylem alanı da var. Bay Dühring gerçi herkesi "nicel olarak eşit bir tüketim" yapabilecek bir duruma koyar ama kimseyi buna zorlayamaz. Tersine, kendi dünyasında herkes parasıyla istediğini yapabilir, diyerek kurumlanır. Öyleyse o, kimileri kendilerine ödenen ücretle geçinemezken, başka kimilerinin bir yana biraz para koymalarını engelleyemez. Hatta kalıtım (miras) hakkında, sonuç olarak ana-babalar için çocukların bakım zorunluluğunu çıkaran ailenin ortak mülkiyetini açıkça kabul ederek, bunu kaçınılmaz kılar. Ama işte böyle yapmakla da nicel olarak eşit tüketimde büyük bir gedik açar. Bekar erkek, günde sekiz veya oniki mark ile parlak bir biçimde ve mutluluk içinde yaşar, oysa sekiz küçük çocuğu ile birlikte dul erkek, sürünür. Ama öte yandan, ödemede parayı koşulsuz kabul ederek komün, bu paranın kişisel çalışmadan başka bir yoldan da kazanılabilmesi olanağını açık bırakır. Non olet,[35*] "paranın kokusu yoktur". Komün onun nerden geldiğini bilmez. Ama böylece, o zamana değin yalnızca bir emek jetonu rolünü oynamış olan maden paranın, gerçek bir parasal işlev kazanması için bütün koşular verilmiş bulunur. İşte, bir yandan para biriktirme ve öte yandan da borçlanmanın etkeni ve nedeni budur. Sıkıntı çeken, para biriktirenden ödünç alır. Komün, tarafından yaşama araçlarının ödenmesi için kabul edilen ödünç para, böylece bugünkü toplumda ne ise gene o olur: İnsan emeğinin toplumsal cisimleşmesi, emeğin gerçek ölçeği, genel dolaşım aracı. Dünyanın bütün "yönetsel yasa ve kurallar"ı, çarpım cetveline ya da suyun kimyasal bileşimine karşı ne denli güçsüzseler; buna karşı da o denli güçsüzdür. Ve para biriktiren kişi, sıkıntı içinde bulunan kişiden faiz isteyebilecek bir durumda olduğundan, böylece maden paranın para işlevi ile aynı zamanda, tefeci de yeni baştan yaşama dönmüş bulunur.
Buraya değin, yalnızca maden paranın dühringvari ekonomik komünün eylem alanı içinde tutulmasının etkilerini dikkate aldık. Ama bu eylem alanı dışında kahrolası dünya, şimdilik kendi bildiği yolda kaygısızca devam eder. Altın ve gümüş dünya pazarında, evrensel para, genel alım ve ödeme aracı, zenginliğin mutlak toplumsal cisimleşmesi olarak kalır. Ve,değerli madenin bu özgülüğü ile birlikte, ekonomik komün üyesi olan bireyler için ortaya yeni bir para biriktirme; zenginleşme, tefecilik nedeni çıkar: Komün karşısında ve komün sınırları dışında özgürlük ve bağımsızlık içinde hareket etmek ve birikmiş bireysel zenginliği dünya pazarında değerlendirmek isteği. Tefeciler, dolaşım aracı ticareti yapan adamlar durumuna, bankacılar durumuna, dolaşım aracı ve evrensel para egemenleri durumuna, bunun sonucu üretim egemenleri durumuna, bunun da sonucu, hatta üretim araçları saymaca olarak daha yıllar boyunca ekonomik ve tecimsel komün mülkiyeti olarak görünseler bile, üretim araçları egemeni durumuna dönüşürler. Ama sonuç olarak, bankacılar durumuna dönüşmüş bulunan para biriktiriciler ve tefeciler, artık ekonomik ve tecimsel komünün de efendisidirler. Bay Dühring'in "sosyalite"si, öteki sosyalistlerin "belirsizlikler"inden gerçekten pek özsel bir biçimde ayrılır. Bu "sosyalite"nin, —eğer gene de kurulur ve güçlenirse,— denetimi altında ve kesesi için canını dişine takarak yiğitçe çalışacağı yüksek finansı dünyaya yeniden getirmekten başka bir ereği yoktur. Onun için tek kurtuluş, para biriktiricilerin, evrensel paralan sayesinde ..., komünden bir an önce kaçmayı yeğlemeleri olacaktır.
Eski sosyalizm üzerine Almanya'da egemen olan geniş bilgisizlik sonucu iyi yürekli bir genç, örneğin Owen'ın emek bonolarının da böyle bir kötüye kullanmaya neden olup olamayacağı sorununu ortaya sürebilir. Burada bu emek bonolarının anlamı üzerinde uzun boylu durmamıza gerek olmamasına karşın, gene de dühringvari "geniş şema"yi, Owen'ın "bayağı, kaba ve yoksul fikirleri" ile karşılaştırmak için şunlan söyleyelim: Önce, Owen'ın emek bonolarının böyle kötüye kullanılması için, onların gerçek para durumuna dönüşmeleri gerekir, oysa bay Dühring gerçek parayı varsayar ama onun basit bir emek jetonundan başka türlü bir iş görmesini yasaklamak ister. Orada gerçek kötüye kullanma varken, burada paranın, insan isteğinden bağımsız içkin özlüğü kendini gösterir; burada para, bay Dühring'in paranın özlüğü üzerindeki kendi öz bilgisizliği gereği ona yüklemek istediği kötüye kullanma karşısında, kendi öz ve gerçek kullanımını gerçekleştirir. İkincisi, Owen'da emek bonoları, toplumsal kaynakların tam ortaklığı ve özgür kullanımına bir geçiş biçiminden ve bunun yanısıra olsa olsa komünizmi Britanya halkı için kabul edilebilir gösterme aracından başka bir şey değildir. Öyleyse, eğer herhangi bir kötüye kullanma Owen'ın toplumunu, emek jetonlarını ortadan kaldırmak zorunda bıraksaydı, bu toplum, böylece kendi ereğine doğru bir adım daha atar ve daha yüksek bir evrim aşamasına girerdi. Buna karşılık dühringvari ekonomik komün, parayı ortadan bir kaldırmaya görsün, bir anda kendi "tarihsel önem"ini yok eder, en özgün güzelliğini ortadan kaldırır, dühringvari ekonomik komün olmaktan çıkar ve bay Dühring'in onu ancak o denli acı ve ussal düşünce çalışması pahasına çekip çıkarabildiği belirsizlikler düzeyine düşer.[36*]
Peki, dühringvari ekonomik komünün içinde çabalayıp durduğu bütün tuhaf yanlışlık ve karışıklıklar nerden geliyor? Yalnızca bay Dühring'in kafasında değer ve para kavramlarını saran ve ensonunda onu emeğin değerini bulmak istemeye götüten belirsizlikten. Ama bay Dühring bu türlü belirsizliğin Almanya tekelini elinde tutmadığı, tersine büyük bir rekabetle karşılaştığı için, onun dolaştırmiş bulunduğu "yumağı çözme işini bir an için üzerimize almak" istiyoruz.
İktisadın tanıdığı tek değer, meta değeridir. Meta nedir? Az çok birbirinden ayrı bir üreticiler toplumunda, üretilen ürünler, öyleyse en başta özel görünür. Ama bu özel ürünler, ancak üreticinin tüketimi için değil, ama başkaları tarafından tüketim için, yani toplumsal tüketim için üretildikleri zaman meta durumuna gelirler; bunlar toplumsal tüketime, değişim aracıyla girerler. Demek ki özel üreticiler, toplumsal bir ilişki içindedirler; bir toplum oluştururlar. Ürünleri her birinin özel ürünleri olmasına karşın, böylece aynı zamanda ama güdeksiz (sans intention) ve deyim yerindeyse istençlerine karşı, toplumsal ürümlerdir de. Şu halde bu özel ürünlerin toplumsal niteliği neye dayanır? Açıkça iki özgülüğe: Önce hepsinin, herhangi bir insanın gereksinmesini karşılamasına, yalnızca üretici için değil, ama başkaları için de bir kullanım-değeri taşımasına; ikinci olarak da bir yandan çok çeşitli bireysel emeklerin ürünleri olmakla birlikte, aynı zamanda yalnızca insan emeği, genel insan emeği ürünleri de olmalarına. Başkaları için de bir kullanım-değeri taşıdıkları ölçüde, genel bir biçimde değişime girebilirler; hepsinde de genel insan erneği, yalın insan emek-gücü harcaması bulunduğu ölçüde, her birinin içerdiği bu emek niceliği aracıyla değişimde birbirleri ile karşılaştırılabilir, eşit ya da eşitsiz olarak değerlendirilebilirler. İki eşit özel üründe, toplumsal koşullarda herhangi bir değişiklik olmadıkça, eşitsiz bir bireysel emek niceliği bulunabilir, ama her zaman ancak eşit bir genel insan emeği niceliği vardır. Beceriksiz bir demirci beş atnalı yapmak için, becerikli bir demircinin on atnalı yapmaya harcadığı kadar bir zaman harcayabilir. Ama toplum, birinin olağan beceriksizliğini değerlendirmez, yalnızca orta beceriklilikte normal bir emeği, genel insan emeği olarak tanır. Öyleyse birincinin beş atnalından biri, değişimde, öteki tarafından eşit bir emek zamanı içinde yapılan on atnalının birinden daha çok değer taşımaz. Bireysel emek, ancak ve ancak toplumsal bakımdan gerekli olduğu ölçüdedir ki genel insan emeği içerir.
Öyleyse ben, bir meta şu belirli değere sahiptir dediğim zaman: l° onun toplumsal bakımdan yararlı bir ürün olduğunu; 2° özel bir kişi tarafından kendi hesabına üretilmiş bulunduğunu; 3° bir yandan özel emek ürünü olmakla birlikte bu metaın, aynı zamanda ve deyim yerindeyse bilmek ya da istemeksizin, toplumsal emeğin ve bu emeğin toplumsal bir yöntem tarafından, değişimi tarafından saptanmış belirli bir niceliğinin ürünü de olduğunu; 4° bu niceliği emeğin kendisi ile, şu ya da bu çalışma saati sayısı ile değil, ama bir başka meta ile belirttiğimi söylemiş olurum. Öyleyse eğer ben, bu saat; şu kumaş değerindedir ve bunlardan her biri elli mark eder dersem: saat, kumaş ve para aynı nicelikte toplumsal emeği içeriyor demiş olurum. Demek ki onlarda temsil edilmiş toplumsal emek süresinin, toplumsal olarak ölçülmüş ve eşit bulunmuş oldudunu saptarım. Ama bu zaman, emek süresinin genellikle çalışma saatleri, işgünleri, vb. olarak ölçüldüğü gibi, doğrudan doğruya mutlak biçimde ölçülmemiştir; bir dolambaçlı yolla, değişim aracıyla, bağıntılı olarak ölçülmüştür. Bu nedenle, emek süresinin bu saptanmiş niceliğini de, sayısı bana bilinmez kalan çalışma saatleri ile (sayfa 433)belirtemem: Onu da ancak bir dolambaçla, bağıntılı bir biçimde, aynı toplumsal emek süresi niceliğini temsil eden bir başka meta durumunda belirtebilirim. Saatin değeri, kumaşın değeri kadardır.
Ama temeli oldukları toplumu bu dolambaça zorlayan meta üretimi ve meta değişimi, onu bu dolambacı olanaklı olduğunca kısaltmaya da zorlarlar. Metaların bayağı ayaktakımı içinden, kendisinde bütün öteki metaların değerinin kendini her zaman dışavurabildiği kral bir metaı, toplumsal emeğin dolaysız cisimleşmesi olarak görünen ve bunun sonucu bütün öteki metalar ve dolaysız ve koşulsuz bir biçimde değişebilir bir duruma gelen bir metaı: parayı bir yana ayırırlar. Değer kavramı içinde tohum durumunda içerilen para, gelişmiş değerden başka bir şey değildir. Ama meta değerinin, para biçimi altında meta karşısında bağımsız bir varoluş kazanması sonucu, meta üreten ve meta değişimi yapan topluma yeni işlevler ve yeni toplumsal etkiler ile bezenmiş yeni bir etken katılır. Şimdilik ayrıntılarına girmeden, bunu saptamamız yeter.
Meta üretimi iktisadı, yalnızca bir dereceye değin bilinen etkenleri hesaba katma durumunda bulunan tek bilim değildir. Fizikte de belli bir gaz hacmi içinde, basınç ve sıcaklık da belli iken, ne kadar tekil gaz molekülü olduğunu bilmeyiz. Ama Boyle yasasının doğru olması ölçüsünde, herhangi bir gazın bu belli hacminin eşit basınç ve eşit sıcaklıktaki herhangi bir başka gazın eşit hacmi kadar molekül içerdiğini biliriz. Bundan ötürü, en çeşitli gazların en çeşitli hacimlerini, en çeşitli basınç ve sıcaklık koşulları altında, molekül içerikleri bakımından karşılaştırabiliriz; ve eğer 0° santigrad sıcaklık ve 760 mm basınç altında bir litre gazı birim olarak kabul edersek, bu birim ile molekül içeriğini ölçebiliriz. Kimyada, çeşitli öğelerin mutlak atom ağırlıkları da, bilmediğimiz şeyler arasındadır. Ama karşılıklı ilişkilerini bilerek onlan da bir dereceye değin biliyoruz. O halde meta üretimi ve meta üretimi iktisadı, çeşitli metalar içinde bulunan bilinmeyen emek niceliklerinin göreli bir dışavurumunu bu metaların göreli emek içerikleri bakımından karşılaştırılması sayesinde nasıl elde ediyorsa, kimya da kendisi için bilinmeyen şeyler arasında bulunan atom ağırlıkları büyüklüğünün göreli bir dışavurumunu, çeşitli öğeleri atom ağırlıkları bakımından karşılaştırarak, birinin atom ağırlığını ötekinin (kükürt, oksijen, hidrojen) katları ya da kesirleri biçiminde belirterek, öyle dışavurur. Ve meta üretimi altını, mutlak meta, öteki metaların mutlak eşdeğeri, tüm değerlerin ölçeği durumuna nasıl yükseltiyorsa, kimya da hidrojeni, atom ağırlığını l'e eşit olarak kabul ederek ve bütün öteki öğelerin atom ağırlıklarını hidrojene indirgeyerek, onları onun kendine özgü atom ağırlığının katları biçiminde dışavurarak, kimyasal para durumuna öyle yükseltir.
Bununla birlikte meta üretimi, toplumsal üretimin tek biçimi değildir. Eski Hint topluluğunda, güney Slavları aile topluluğunda, ürünler meta durumuna dönüşmez. Komün üyeleri doğrudan doğruya üretim için örgütlenmiş iş, gelenek ve gereksinmelere göre bölünmüştür — tüketime ayrıldıkları ölçüde, ürünler de öyle. Dolaysız bölüşüm gibi dolayımsız toplumsal üretim de her türlü meta değişimini, öyleyse (hiç değilse komün içinde) ürünlerin meta durumuna dönüşümünü ve sonup olarak değerler durumuna dönüşümlerini dıştalar.
Toplum, üretim araçlarını mülkiyetine alıp da onları dolayımsız bir biçimde toplumsallaşmış bir üretim için kullanır kullanmaz, her bireyin emeği, özgül yararlılık niteliği ne denli farklı olursa olsun, hemen ve doğrudan doğruya toplumsal emek durumuna gelir. Bir ürünün içerdiği toplumsal emek niceliğinin, bundan böyle önce bir dolambaç aracıyla saptanmasına gereksinme yoktur; ortalama olarak hangi niceliğin zorunlu olduğunu günlük deney doğrudan doğruya gösterir. Toplum yalnızca, bir buhar makinesinde, son üründen bir hektolitre has buğdayda, belirli bir nitelikteki yüz metrekare kumaşta ne kadar çalışma saati bulunduğunu hesaplayabilir. Öyleyse, ürünler içine konmuş ve toplumun dolaysız ve mutlak bir biçimde bildiği emek niceliğini, onun doğal, eksiksiz, mutlak ölçeği olan zamanile belirtecek yerde, bir üçüncü ürün durumundaki, bir zamanlar çıkar yol olarak, kaçınılmaz bulunan, göreli dalgalanan, eksik bir ölçek ile belirtmekte devam etmek toplumun usuna bile gelemez. Tıpkı atom ağılıklarını eksiksiz ölçekleri ile, yani gramın milyarda ya da katrilyonda-biri biçimindeki gerçek bir ağırlık ile belirtebilecek bir duruma geleceği gün, onları gene de göreli bir biçimde, hidrojen atomu dolambacı aracıyla belirtmenin kimyanın usuna gelemeyeceği gibi. Öyleyse, yukarda varsayılan koşullar içinde toplum, ürünlere değer de yüklemez. Toplum yüz metrekare kumaşın, üretimi için diyelim bin çalışma saati istediği yalın gerçeğini, bu kumaş bin çalışma saati değerindedir gibi saşı ve saçma bir biçim altında dile getirmeyecektir. Kuşkusuz toplum, o zaman da her kullanım nesnesinin üretimi için ne kadar emek gerektiğini bilmek zorunda olacaktır. Üretim planını, en önemli parçasını emek-güçlerinin oluşturduğu üretim araçlarına göre hazırlamak durumunda kalacaktır. Planı belirleyecek olan şey, eninde sonunda, çeşitli kullanım nesnelerinin kendi aralarında ve üretimleri için gerekli emek niceliklerine göre tartılmış yararlı etkileridir. İnsanlar her şeyi, ünlü "değer"in işe karışması olmaksızın, çok yalın bir biçimde düzenleyeceklerdir.[37*]
Değer kavramı, meta üretiminin ekonomik koşullarının en genel ve bunun sonucu en geniş dışavurumudur. Öyleyse değer kavramı, yalnızca paranın değil, ama meta üretiminin ve meta değişiminin daha geniş bir biçimde gelişmiş bütün biçimlerinin de tohumunu içinde taşır. Daha değerin özel ürünler içinde içerilen toplumsal emeğin dışavurumu olduğu gerçeğinde, bu toplumsal emek ile aynı ürün içinde içerilen bireysel emek arasındaki farklılık olanağı yatar. Öyleyse, eğer toplumsal üretim biçimi geliştiği halde özel bir üretici eski biçimde üretmeye devam ederse, bu farklılık onun için çok belirli bir duruma gelir. Belirli bir meta türünün bütün özel üreticileri, bu metadan toplumsal gereksinmeleri aşan bir nicelikte ürettikleri zaman da aynı şey olur. Daha bir metaın değerinin, ancak bir başka meta biçiminde belirtilebilmesi ve ancak o meta ile değişimi aracıyla gerçekleşebilmesi gerçeğinde, değişimin hiç olaması ya da en azından tam değeri gerçekleştirmemesi olanağı yatar. Son olarak özgül emek-gücü metaı, kendini pazarda gösterdiği zaman değeri, başka herhangi bir meta değeri gibi, üretimi için toplumsal bakımdan gerekli emek süresine göre belirlenir. Bundan ötürü ürünlerin değer biçimi, bütün kapitalist üretim biçimini, kapitalist ile ücretli arasındaki karşıtlığı, yedek sanayi ordusunu, bunalımları, tohum durumunda içerir. Sonuç olarak, "gerçek değer"i baş köşeye oturtarak kapitalist üretim biçimini ortadan kaldırmak istemek, "gerçek" papayı başa geçirerek katolikliği ortadan kaldırmak ya da üreticilerin, sonunda bir gün, üreticinin kendi öz ürününe köleleşmesinin en geniş bir dışavurumu olan bir ekonomik kategorinin tutarlı bir kullanılması araçıyla, ürünlerini egemenlik altına alcakları bir toplumun kurulmasını istemektir.
Meta üreten toplum, meta olarak meta içindeki değer biçimini para biçimine değin geliştirdikten sonra, değer içinde henüz saklı bulunan tohumlardan birçoğunun ortaya çıktığı görülür. İlk ve en önemli sonuç, meta biçiminin genelleşmesidir. Para, hatta o zamana değin üreticinin dolaysız tüketimi için üretilen nesnelere bile meta biçimini kabul ettirir, onlan değişime çeker. Böylelikle meta biçimi ve para, üretim bakımmdan doğudan doğruya toplumsallaşmış toplulukların iç ekonomilerine girer, bir ortaklaşma bağından sonra bir başkasını koparır ve toplululuğu bir özel üreticiler yığını biçimine dönüştürür. Para ilkin, Hindistan'da görülebildiği gibi, toprağın ortaklaşa işlenmesi yerine bireysel işlenmesini geçirir; daha sonra, ekilebilir toprağın devirli yeniden-dağıtımında hâlâ görülen ortaklaşa mülkiyetini, kesin bir paylaşma ile yok eder (örneğin Moselle kıyılarındaki tarımsal topluluklarda olduğu gibi; bu iş Rus topluluklarında da başlıyor); ensonu, orman ve otlakların ortaklaşa mülkiyetinden geriye ne kalmışsa, onu da bölüşmeye götürür. Üretimin gelişmesine dayanan öteki nedenler ne olursa olsun para, bunları topluluklar üzerinde etkili kılmak için hep en güçlü araç olarak kalır. Ve aynı doğal zorunlulukladır ki para, tüm "yönetsel yasa ve kurallar"a karşın, eğer bir gün kurulursa, dühringvari ekonomik komünü de dağıtmaktan başka bir şey yapamaz.
Bir emek değerinden sözetmenin, terimlerde bir çelişki olduğunu daha önce yukarda (Ekonomi Politik, Bölüm VI) görmüştük. Emek, belli toplumsal koşullar içinde, yalnızca ürünler değil, ama değer de ürettiği ve bu değer emekle ölçüldüğü için, yerçekimi yerçekimi olarak özel bir ağırlığa ya da ısı özel bir sıcaklığa nasıl sahip olamazsa, emek de özel bir değere öyle sahip olamaz. Ama bugünkü toplumda işçinin, emeğinin tam "değer"ini almadığını ve sosyalizmin buna çare bulmaya aday olduğunu düşünmek, "gerçek değer" üzerine düş kuran tüm toplumsal düşçülüğün (confusionnisme) belirtici özgülüğüdür. Bunun sonucu, önce emeğin değerinin ne olduğunu bulmak gerekir; ve bunun ne olduğu da emeği asıl kendi ölçüsüne, zamana göre değil, ama ürününe göre ölçmeye çalışarak bulunur. İşçi "emeğin tam ürünü"nü almalıdır. Yalnızca emeğin ürünü değil, ama emeğin kendisi de bir ürün ile, bir saatlik emek bir başka saatlik emeğin ürünü ile dolayımsız değişebilir olmalıdır. Ama ortaya hemen "çok çetin" bir pürüz çıkar. Tam ürün, üleştirilir. Toplumun en önemli ilerleyici görevi, birikim, toplumdan geri alınır; bireylerin eline ve keyfine bırakılır. Bireyler, kendi "meyve"leri ile ne isterlerse onu yapabilirler; toplum, en iyi durumda, ne denli zengin ya da ne denli yoksul idiyse, gene o denli zengin ya da o denli yoksul olarak kalır. Demek ki eğer geçmişte birikmiş bulunan üretim araçları toplumun elleri arasında toplanmışsa bu, yalnızca gelecekte tüm üretim araçları bireylerin elleri arasında yeniden dağılsınlar diyedir. Kendi öz varsayımlarına bir şamar indirilir, katıksız bir saçmalığa varılır.
Akışkan emeğin, çalışmakta olan emek-gücünün, bir emek ürünü ile değişilmesi istenir. Bu güç, o andan başlayarak, tıpkı kendisi ile değişilecek olduğu ürün gibi, metadır. Bu emek-gücünün değeri, artık hiçbir zaman ürününe göre değil ama kendinde cisimleşen toplumsal emeğe, o halde bugünkü ücret yasasına göre belirlenir.
Ama bu, istenmeyen şeyin ta kendisidir. Akışkan emeğin, emek-gücünün, kendi tam ürünü ile değişilebilir olması istenir. Bu, onun kendi değeri ile değil, ama kendi kullanım-değeri ile değişebilir olması gerektiği anlamına gelir; değer yasası bütün öteki metalara uygulanmalı, ama emek-gücü için ortadan kaldırılmalıdır. "Emeğin değeri" arkasında saklanan, kendi kendini ortadan kaldırmaya özgü düşçülük, işte budur.
Eşit değerlendirme ilkesine göre emeğin emek ile değişimi, bunun bir anlamı olduğu ölçüde, öyleyse eşit toplumsal emek ürünlerini birbirleri ile değiştirme olanağı, öyleyse değer yasası meta üretiminin ta kendisinin, öyleyse bu üretimin en yüksek biçiminin, kapitalist üretimin de temel yasasıdğr. Bu yasa kendini, bugünkü toplumda, ekonomik yasaların kendilerini bir özel üreticiler toplumunda kabul ettirebilecekleri tek biçimde kabul ettirir: Nesnelerde ve ilişkilerde yatan, üreticilerin istenç ve etkinliğinden bağımsğz, körü körüne işleyen bir doğa yasası olarak. Bay Dühring, bu yasayı kendi ekonomik komününün temel yasası durumuna yükselterek ve ondan bu yasayı tam bir bilinçle uygulamasını isteyerek, varolan toplumun temel yasasını, kendi düşsel toplumunun temel yasası durumuna getirir. Varolan toplumu, ama düzgüsüzlükleri olmaksızın, ister. Böylelikle, Proudhon ile aynı alan üzerinde devinir. Onun gibi, meta üretiminin kapitalist üretim durumuna evriminden çıkan düzgüsüzlükleri, onların karşısında meta üretiminin, işleyişi tam da bu düzgüsüzlükleri meydana getirmiş bulunan temel yasasını yücelterek ortadan kaldırmak ister. Proudhon gibi değer yasasının gerçek sonuçlarını, düşsel sonuçları yardımıyla ortadan kaldırmak ister.
Ama bizim soylu Rossinante'ı "evrensel adalet ilkesi" üzerine binmiş ve yiğit Sancho Pança'sı Abraham Ensz tarafından izlenen modern Don Quijote'miz, haksızlıklarla savaşmak üzere ülke ülke gezen şövalye olarak, Mambrino'nun zırhlı başlığının,[38*] "emek değeri"nin fethine gitmek için savaşa ne denli kurumlu bir biçimde girişirse girişsin, korkarız, çok korkarız ki geriye, romanın eski berber tasından başka hiçbir şey getirmeyecek.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.