"Doğa felsefesi bölümümüzde, onu öngerektirdiği tüm bilimle gereçlendirmek için hangi olumlu bilgilerin gerektiği ... düşünülsün. Önce matematiğin bütün önemli kazanımları, sonra kesin bilimlerin (science exacte) mekanik, fizik ve kimyadaki başlıca saptamaları ve genel olarak doğa biliminin fizyoloji, zooloji ve araştırmanın öteki benzer alanlarındaki sonuçlar bu bölümün temelini oluşturur.”
Bay Dühring, bay Dühring'in matematik ve doğa bilimlerindeki derin bilgisinden işte böyle bir güven ve cesaretle söz eder. Ne var ki bu yavan bölümün kendisine bakmakla, daha da yavan sonuçları bir yana, orada saklı bulunan olumlu bilgilerin köklü derinliği hiç mi hiç belli olmaz. Herhalde fizik ve kimya üzerine dühringvari kelamlar etmek için, fizikten ısının mekanik eşdeğerini dışavuran denklemden, kimyadan da bütün cisimlerin öğelere ve öğe bağdaşımlarına ayrıldığı olgusundan başka bir şey bilmeye gerek yok. Bundan başkaca da, kim ki bay Dühring gibi, s. 131, "çekim dolayısıyla bir merkez çevresinde dolaşan atomlar"dan söz edebilirse, bununla yalnızca atomlar ile moleküller arasındaki fark konusunda tamamen "karanlık içinde" olduğunu tanıtlar. Atomların evrensel çekim ya da mekanik ya da fizik hareketin öteki biçimleri bakımından değil ama yalnızca kimyasal etki bakımından varoldukları bilinir. Ve organik doğa üzerine olan bölüm okunduğu zaman, bu boş, çelişik, en önemli noktalar üzerinde anlaşılmaz saçmalıklarla kaplı ileri geri sözler ve sonucun mutlak değersizliği karşısında insan, daha a priori, kendini bay Dühring'in burada son derece kötü bildiği şeylerden söz ettiği fikrinden kurtaramaz. Organik varlık teorisinde (biyoloji), bundan böyle evrim yerine bileşim denmesi önerisine gelindiğinde de, bu kanı kesinlik kazanır. Böyle bir şey önerebilen kimse, organik cisimlerin oluşması üzerine en küçük bir bilgisi olmadığını tanıtlar.
Bütün organik cisimler, en aşağı biçimleri dışında hücrelerden, yalnızca güçlü bir büyüteç altında görülebilen ve bir hücre çekirdeki içeren küçük albümin pıhtılarından bileşir. Genel olarak hücre, bir de dış zar geliştirir ve o zaman içeriği azçok sıvı olur. En aşağı derecedeki hücresel cisimler, bir tek hücreden meydana gelirler; organik varlıkların çok büyük bir çoğunluğu çok hücrelidir; bunlar, aşağı organizmalarda henüz aynı yapıda olan ve daha yüksek varlıklarda gitgide daha farklı biçimler, gruplaşmalar ve eylemler gösteren çok sayıda hücrelerin türdeş karmaşalarıdır. Örneğin insan bedeninde kemikler, kıkırdaklar, deri, kısacası tüm dokular ya bileşik, ya da hücrelerden doğmuş dokulardır. Ama içinde bir hücre çekirdeği ile birlikte çoğu kez zarsız, basit bir küçük albümin pıhtısı olan amipten insana ve en küçük tekhücreli yeşil suyosunundan en gelişmiş bitkiye kadar bütün hücresel organik varlıklar, hücrelerin ikiye bölünerek üreme (scissiparité) biçimiyle çoğalırlar. Hücre çekirdeği önce ortadan daralır, çekirdeğin iki dilimini ayıran daralma gitgide daha da sıkışır; sonunda dilimler birbirinden ayrılır ve iki hücre çekirdeği oluştururlar. Bu süreç, hücrenin içinde meydana gelir; iki çekirdekten herbiri, sonunda birbirinden ayrılıncaya ve bağımsız hücreler olarak yaşamaya başlayıncaya değin, ötekiyle gitgide daha sıkı bir daralma ile bağlı bir protoplazma birikim merkezi oluşturur. Hayvan yumurtasının tohum kesesi, döllenmeden sonra ergin hayvan durumuna gelmek üzere, işte bu yinelenen hücresel bölünmeler aracıyla yavaş yavaş dönüşür ve gelişmiş hayvanda eski dokuların yerine yeni dokuların geçmesi, işte bu yoldan gerçekleşir. Böyle bir sürece bileşim demek ve evrim adlandırmasına "an kuruntu" davranışında bulunmak için, kuşkusuz, bugün bunu kabul etmek ne denli güç olursa olsun, bu süreç üzerine hiçbir bilgisi olmayan biri gerek: Burada yalnızca ve sözcüğün tam anlamıyla evrim var, ama bileşimin izi bile yok!
Bay Dühring'in genel olarak yaşamdan ne anladıği üzerine, ilerde söyleyecek birkaç sözümüz daha olacak. Özel olarak, işte yaşam terimi altında düşündüğü şey:
İnorganik dünya da bir otomatik hareketler sistemidir; ama yalnızca gerçek yapı ve maddelerin bir iç noktadan başlayarak ve daha küçük bir varlığa geçirilebilir bir tohum şemasına göre dolaşım için özel kanalların aracılığının başladığı yerde, sözcüğün dar ve kesin anlamıyla, asıl yaşamdan söz etmeye koyulabiliriz.
Bu tümce, gramerin umutsuz karmaşıklığı bir yana, sözcüğün dar ve kesin anlamıyla budalalık yapıtı bir otomatik hareketler sistemidir (bununla ne anlaşılması gerekirse o anlaşılsın). Eğer yaşam yalnızca asıl yapının başladığı yerde başlıyorsa, o zaman Haeckel'in bütün tek hücreliler dünyasını ve belki daha da çoğunu, yapı kavramını anlayış biçimine göre, ölü olarak ilan etmemiz gerekir. Eğer yaşam yalnızca bu yapının daha küçük bir tohum şeması aracıyla iletilebilir olduğu yerde başlıyorsa, o zaman en azından tekhücreli organizmalara değin ve onlar dahil bütün organizmalar canlı değildir. Eğer cisimlerin dolaşımı için özel kanalların aracılığı yaşamın ayırdedici niteliği ise, o zaman daha öncekilere ek olarak, bütün selentereler yüksek sınıfını, olsa olsa denizanaları hariç, öyleyse bütün polipler ve öteki fitozoerleri, canlı varlıklar dizisinden silmemiz gerekir. Ama eğer yaşamın başlıca ayırdedici özelliği olarak cisimlerin bir iç noktadan başlayarak özel kanallar aracıyla dolaşımı kabul edilirse, o zaman kalbi olmayan ya da birkaç kalbi olan bütün hayvanları ölü ilan etmemiz gerekir. Yani daha önce adını andıklarımıza ek olarak bütün kurtları, beş-parmaklıları ve tatlı su kurtlarını (Huxley'in sınıflamasına göre annuloida ve annulosa), kabuklu deniz hayvanlarının bir kısmını (yengeçler) ve hatta son olarak, bir omurgalıyı, amphioxus'u. Ayrıca, tüm bitkileri. [34*]
Böylece bay Dühring, sözcüğün dar ve kesin anlamıyla asıl yaşamı belirtme işine burnunu soktuğu zaman, biri yalnızca bütün bitkiler dünyasını değil ama aşağı yukarı hayvanlar dünyasının yarısını da ölüme mahkum eden, birbiriyle tam bir çelişki durumunda dört ölçüt verir. Gerçekten, "tepeden tırnağa özgün sonuç ve görüşler" vaat ederken, onun bizi aldattığını kimse söyleyemez!
Bir başka yerde, şöyle okunur:
Doğada da, en aşağısından en yükseğine, bütün organizmaların temelinde yalın bir tip vardır [ve bu tipe] evrensel özüyle birlikte, en gelişmemiş bitkinin en aşağı hareketinde, hiç eksiksiz raslanır.
Bu tez, yeni baştan, "hiç eksiksiz" bir budalalıktır. Tüm organik doğada raslanan en yalın tip hücredir ve kuşkusuz, en yüksek organizmaların temelinde hücre bulunur. Buna karşılık, en aşağı organizmalar arasında, henüz hücreden çok aşağı bir nitelik taşıyan, hiçbir farklılaşmaya uğramamış yalın bir albümin pıhtısından oluşmuş birçok protamip, bütün bir dizi öteki hayvanla bitki arası tekhücreli yaratıklar (mongres) ve bütün sifoneler (syphonés) bulunur. Bütünlükleri içinde bu varlıklar, yüksek organizmalara yalnızca özsel bileştirenlerinin albümin olması nedeniyle bağlanmışlardır ve bunun sonucu albüminlerin görevlerini yerine getirirler, yani yaşarlar ve ölürler.
Daha ilerde, bay Dühting, bize bir de şunu anlatır:
Fizyolojik olarak duyum, ne denli yalın olursa olsun, herhangi bir sinirsel aygıtın varlığına bağlıdır. Bundan ötürü bu, duyuya, yani durumlarının bilinçli bir öznel kavrayışına yetenekli bütün hayvanların ayırdedici niteliğidir. Bitki ve hayvan arasındaki belgin sınır, duyuma sıçrayışın gerçekleştiği yerde bulunur. Bilinen geçiş varlıkları bu sınırı o denli az silerler ki bu sınırı mantıksal bir gereksinme durumuna getirenler, tersine, bu dışardan belirsiz ya da ayırdedilemez oluşumların ta kendileridir.
Ve daha ilerde:
Buna karşılık bitkiler, en küçük bir duyum izinden ve her türlü duyumlama yeteneğinden tamamen ve her zaman için yoksundurlar.
Birincisi, Hegel "duyum, differentia specifia, hayvanın kesin olarak ayırdedici belirtisidir" der (Doğa Felsefesi, § 351, ek). İşte Hegel'in, bay Dühring tarafından yalın bir çalıntının son çözümlemede kesin bir doğruluğun soylu katına yükselttiği yeni bir "kabalığı".
İkincisi, burada geçiş varlıklarından, bitki ve hayvan arasında son derece belirsiz ya da ayırdedilemez oluşumlardan (ne anlaşılmaz dil!) söz edildiğini ilk kez olarak duyuyoruz. Bu aracı biçimlerin varlığı; bitki mi, hayvan mı olduklarını söyleyemeyeceğimiz organizmaların bulunması; yani bitki ile hayvan arasındaki sınırı açıkça saptayamamamız — işte bay Dühring için, aynı zamanda kesin olmadığını da kabul ettiği bir ölçüt ileri sürme mantıksal gereksinmesini yaratan şey! Ama hayvanlar ile bitkiler arasındaki ikircil alana değin gitmemize gerek bile yok; en küçük dokunmada yapraklarını katlayan ya da taçlarını kapatan duyguluların, böcek yiyen bitkilerin en küçük bir duyum izi ve her türlü duyumlama yeteneğinden yoksun bulundukları söylenebilir mi? Bunu bay Dühring'in kendisi bile, "bilim-dışı yarı-şiir"e başvurmadan ileri süremez.
Üçüncüsü, duyumun fizyolojik olarak ne denli yalın olursa olsun, sinirsel bir aygıtın varlığına bağlı bulunduğunu öne sürmek, gene bay Dübring'in "özgür bir yaratı ve kuruntu"sudur. Yalnızca bütün ilkel hayvanlar değil ama fitozoerler bile, hiç olmazsa büyük çoğunlukları içinde, sinirsel sistem izini göstermezler. Düzenli olarak bir sinir sistemi ancak kurtlardan başlayarak bulunur ve bay Dühring, bu hayvanların sinirleri olmadığı için duyumları olmadığı tezini ileri sürenlerin birincisidir. Duyum zorunlu bir biçimde sinirlere değil ama henüz belginlikle belirlenmemiş bulunan bazı albüminimsi maddelere bağlıdır.
Ayrıca bay Dühring'in biyolojik bilgileri, Darwin'e karşı sözkonusu etmekten korkmadığı, soru tarafından yeteri kadar belirtilmiş bulunmaktadır: "Hayvanın evrim yoluyla bitkiden geldiğine mi inanmak gerek?" Bu türlü sorular, ancak ne hayvanlar, ne de bitkiler üzerine hiçbir şey bilmeyen biri tarafından sorulabilir.
Genel olarak yaşam üzerine, bay Dühring bize ancak şunu söylemesini bilir:
Plastik olarak yaratıcı bir şematizasyon aracıyla gerçekleşen madde değişimi [tanrı aşkına, bu ne demek ola?] her zaman asıl dirimsel sürecin ayırdedici bir niteliği kalır.
Yaşam üzerine öğrendiklerimizin hepsi bu ve bu "plastik olarak yaratıcı şematizasyon", bizi dizlerimize değin en saf dühringasa jargonun ipsiz sapsız saçma sözlerine batırıyor. Yani eğer yaşamın ne olduğunu öğrenmek istiyorsak, kendi kendimize aramamız gerekecek.
Maddelerin organik değişiminin yaşamın en genel ve en ayırdedici olayı olduğu, fizyolojik kimya ve kimyasal fizyoloji uzmanları tarafından otuz yıldan beri sayısız kez söylenmiştir ve bay Dühring burada, onu o kendine özgü zarif ve duru dile çevirmekten başka bir şey yapmaz., Ama yaşamı maddelerin organik değişimi olarak tanımlamak, yaşamı... yaşam olarak tanımlamak demektir; çünkü maddelerin organik değişimi ya da maddelerin plastik olarak yaratıcı bir şematizasyonu ile birlikte değişimi deyimi, aslında yaşam aracıyla, organik ve inorganik arasındaki, yani canlı ve cansız arasındaki ayrım aracıyla açıklanması gereken bir deyimden başka bir şey değildir. Yani bu açıklama bizi, bir adım bile ilerletmez.
Maddelerin değişimi, maddelerin değişimi olarak, yaşamın dışında da meydana gelir. Kimyada, yeterli bir ilkel madde katkısı aracıyla ve dayanak olarak belirli bir cisme dayanarak, kendi öz koşullarını her zaman yeniden üreten bir dizi süreç vardır. Kükürdün yakılması ile sülfirik asit üretiminde olduğu gibi. O zaman kükürt dioksit SO2 meydana gelir ve eğer su buharı ile nitrik asit verilirse, kükürt dioksit hidrojen ve oksijeni alır ve sülfirik asit H2S04 durumuna dönüşür. Nitrik asit oksijeni bırakır ve azot oksit durumuna gelir; bu azot oksit hemen havadan yeni oksijen alır ve yüksek azot oksitleri durumuna dönüşür ama yalnızca bu oksijeni hemen kükürt diokside geri vermek ve aynı sürece yeniden başlamak üzere, öyleki teorik olarak son derece küçük bir nitrik asit miktarı, sınırsız bir miktarda kükürt dioksit, oksijen ve suyu sülfirik asit durumuna dönüştürmeye yeter. — Ayrıca, maddelerin değişimi, sıvılar ölü organik ve hatta yapay Traube hücrelerindeki gibi inorganik zarlardan geçtiği zaman da meydana gelir. Burada maddelerin değişiminin bizi bir adım bile ileriye götüremeyeceği bir kez daha ortaya çıkar; çünkü yaşamı açıklaması gereken özgün maddeler değişiminin kendisinin yaşam tarafından açıklanması gerekir. Öyleyse başka türlü davranmamız gerek.
Yaşam albüniminsi cisimlerin varoluş biçimidir[35*] ve bu varoluş biçimi de özsel olarak bu maddelerin kimyasal bileştirenlerinin, kendi kendilerine sürekli yenilenmesine dayanır.
Burada albüminimsi cisimler, bayağı albümine benzer biçimde bileşmiş ve proteik maddeler de denilen bütün cisimleri bu ad altında toplayan modern kimya anlamında alınıyor. Ad pek uygun değil; çünkü bayağı albümin, yumurta sarısının yanında, yalnızca çelişen tohum için besleyici madde olduğundan, kendisine akraba bütün maddeler içinde en cansız, en edilgin rolü oynar. Bununla birlikte albüminimsi cisimlerin kimyasal bileşimi üzerine daha çok şey bilinmediği sürece, bu ad henüz en iyi addır, çünkü bütün öbürlerinden daha genel bir nitelik taşır.
Yaşama rasladığımız her yerde, onu albüminimsi bir cisme bağlı buluruz ve ayrışma durumunda olmayan albüminimsi bir cisme rasladığımız her yerde, mutlak olarak dirimsel olaylar görürüz. Bu dirimsel olayların özel farklılaşmalarını meydana getirmek için canlı bir cisimde öteki kimyasal bağdaşımların varlığının zorunlu olduğundan kuşku yok; düpedüz yaşam içinse, işe besi olarak karışmaları ve albümin durumuna dönüşmeleri dışında, bu bağdaşımlar zorunlu değildir. Bildiğimiz en aşağı canlı varlıklar, yalın albümin pıhtılarından başka bir şey değildir ve onlar da başlıca yaşam belirtilerinin hepsini gösterirler.
Ama her yerde, bütün canlı varlıklarda raslanan bu dirimsel olaylar neye dayanır? Her şeyden önce, albüminimsi cismin öteki gerekli cisimleri çevresinden çekip almasına, cismin daha eski kısımları ayrışıp yok olurken, bunları özümlemesine. Canlı olmayan öbür cisimler de işlerin doğal akışı içinde dönüşür, ayrışır ya da bağdaşırlar; ama o zaman da ne idi iseler o kalmaktan çıkarlar. Havanın etkisi altında toz durumuna gelen kaya, artık kaya değildir; okside olan maden, pas durumuna dönüşür. Ama cansız cisimlerde yok olma nedeni olan şey, albümin için temel yaşam koşuludur. Albüminimsi cisim içindeki bileştirici öğelerin bu aralıksız başkalaşmasının, besinlerin bu sürekli özümlenme ve cisimden (bedenden) çıkarılma değişiminin kesildiği an, albüminimsi cismin varolmaktan çıktığı, ayrıştığı, yani öldüğü andır. Öyleyse albüminimsi cismin varoluş biçimi olan yaşam, her şeyden önce her an aynı zamanda hem kendisi, hem de bir başkası olmaya dayanır; ve cansız cisimler için de olabileceği gibi, onu dıştan etkileyen bir süreç nedeniyle değil. Tersine yaşam, yani maddelerin besinlerin özümlenmesi ve bedenden çıkarılması ile gerçekleşen değişimi, kendi kendine olan, dayanağının, albüminin içinde doğuştan bulunan ve o olmaksızın albüminin de varolamayacağı bir süreçtir. Bundan, eğer kimya bir gün yapay olarak albümin üretmeyi başarırsa, bu albüminin, ne denli güçsüz olursa olsun, zorunlu olarak dirimsel belirtiler göstereceği sonucu çıkar. Aslında kimyanın aynı zamanda bir albümine elverişli besini bulup bulamayacağı da sorulabilir.
Yaşamın en yalın bütün öbür etkenleri: Albümin ile onun beslenmesi arasındaki karşılıklı etki içine yerleştirilmiş uyarılganlık; besinin soğurulmasında çok aşağı bir derecede kendini gösteren kasılabilirlik; en aşağı düzeyde bölünme yoluyla çokalmayı içeren büyüme yetisi; o olmaksızın besinlerin ne soğurulması ne de özümlenmesinin olanaklı olduğu iç hareket, — işte albüminin özsel görevi olarak besinin özümlenmesi ve dışarı atılması yoluyla gerçekleşen cisimlerin bu değişimi ve albümine özgü yoğurulabilirlikten çıkarlar.
Bizim yaşam tanımımız, bütün dirimsel olayları içine almaktan çok uzak, tersine, kendini bu olayların en genel ve en yalınları ile sınırlandırmak zorunda olması nedeniyle, ister istemez çok yetersizdir. Bütün tanımlar, bilimsel bakımdan az bir değer taşırlar. Yaşamın ne olduğunu gerçekten eksiksiz bir biçimde bilmek için, en aşağısından en yükseğine, onun kendini gösterdiği bütün biçimleri gözden geçirmemiz gerekirdi. Gene de, günlük kullanım için bu türlü tanımlar çok elverişli ve bazen de vazgeçilmesi çok güçtür; kaçınılmaz eksiklikleri unutulmadıkça, zararlı da olmazlar.
Ama gene bay Dühring'e gelelim. O, yeryüzü biyolojisi alanında kendini pek rahat görmeyince, nasıl avunacağını bilir: Kendi yıldızlı gökyüzüne sığınır.
Kıvanç ve acı duymak için örgütlenmiş olan yalnızca duyarlıkla bezenmiş bir organın özel yapılışı değil, ama bütünlüğü içindeki nesnel dünyadır. İşte, kıvanç ve acı karşıtlığının, hem de tastamam bizce bilinen biçimi altında, evrensel bir karşıtlık olduğunu ve özsel olarak türdeş duygular aracıyla evrenin çeşitli dünyalarında temsil edilmesi gerektiğini bu nedenle kabul ediyoruz. ... Ama, duygular evreninin anahtarı olduğuna göre, bu uygunluğun önemsiz bir anlamı yok. ... Bundan ötürü, öznel kozmik dünya bize nesnel dünyadan çok daha yabancı değil. İki dünyanın da yapılışını uyarlı bir tipe göre düşünmek gerekir, böylelikle önemi yalnızca yeryüzünü uzaktan aşan bir bilinç teorisinin ilk unsurlarına sahip oluruz.
Duygular evreninin anahtarını cebinde taşıyan biri için, bu dünyanın doğa biliminde birkaç kaba düşünce yanlışlığı, ne yazabilir? Allons donc! [36*]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.